Cengiz Bektaş: “Coğrafyayı Dizeleriyle Okuyan Mimar“
Görsel 1: Cengiz Bektaş, Gad Architecture. (https://www.gadarchitecture.com/en/cengiz-bektas-en)
Kimi insanları tanıtmaya çalıştığımızda kavramlar art arda sıralanır ve bir şeyleri söylemeyi unuttuğumuz hissine kapılırız. Bu yüzden onlar hakkında bir şeyler yazmaya çalışmak da büyük bir cesaret ister. İlgilendikleri konular her ne olursa olsun ortaya çıkardıkları ürünler onları tanımlayan kavramların bir bütünüdür. Tıpkı şiirler, kitaplar, coğrafya, felsefe, ekonomi, mühendislik ve daha birçok şeyi süzgecinden geçirerek bütün inceliğini ve dik duruşunu inşa ettiklerine yansıtan Cengiz Bektaş gibi. Ama onun inşa ettiği şey sadece yapı değil bir düşünce, bir inanıştır. Ve o yalnızca bir mimar değil; şair, yazar, mühendis, çevirmen, gözlemci ve iyi bir okurdur. Onun hangi kimliğini incelemek istesek karşımıza işinin ehli bir insan çıkar.
Aykut Köksal, Cengiz Bektaş ile yaptığı bir söyleşiye1 şu cümlelerle başlar: "Bugün Cengiz Bektaş mimarlığını konuşacağız ama biliyorum ki Cengiz Bektaş ile sadece mimarlık konuşulmaz.” Bu söylediğinde de kesinlikle haklıdır çünkü Bektaş öncelikle şair olarak anılmak isteyen bir "mimar”dır. Şiiri ve mimariyi birbirine çok benzettiğini söyler birçok konuşmasında. Her iki disiplinde de var olan malzemelerin/kelimelerin kullanılarak yeni bir "şey”in meydana getirildiğine ve bunun çok kıymetli olduğuna inanır. Ama tabii ki sadece bu iki disiplini bir arada düşünüp diğerlerini arka plana atmaz. Onun gözünde her şey birbiriyle ilişkilidir ve bu ilişkilerin doğru kurulması elzemdir. "Ben her zaman inandım ki mimar bir orkestra şefi gibi çalışmalıdır: Yalnız kendi tasarımına bağlı kalamaz, birçok kişiye danışmalıdır.” 2 diyerek mimarın konumuna dair görüşünü aktarır. İnşa ettiği eserlerine baktığınızda da nasıl gerçek bir "orkestra şefi” olduğunu görürsünüz. Önce orkestranın üyelerini birer birer tanır, ilişkilerini düzenler ve kurgusunu orkestrası ile beraber oluşturur. Sonundaysa Cumhuriyet Dönemi’nin önemli eserlerini "dinlemek” görevi düşer bizlere. Ama onun istediği şey sadece "dinlememiz” değil mimarlığın gündemimizin bir parçası olmasıdır. Bunu gerçekleştirmek için de durmadan üretmeye devam eder. "Betik” dediği kitaplarını duru bir Türkçe ile yazar ve insanların arasında bir harç olarak gördüğü Türkçenin korunması gerektiğine inanır.
Görsel 2: Akdeniz Üniversitesi Olbia Sosyal Özeği’nin inşaatı sırasında Cengiz Bektaş, Salt Araştırma (https://archives.saltresearch.org/handle/123456789/195583)
"Sanat-Sanatçılar” dergisinde 1965’te mimariye dair yazdığı yazılar 1967’de Dost Yayınları’ndan çıkan "Mimarlıkta Eleştiri” kitabında bir araya getirilir. Basılan ilk kitabı olan Mimarlıkta Eleştiri’nin sayfa sayısı azdır ama hem dili hem de anlatım biçimi sayesinde 1968’de Türk Dil Kurumu Deneme Ödülü’nü alır. Mimarlık literatüründe Türkçe metinlerin az olduğu bir dönemde böyle bir çalışma yapması ve bu çalışmayla ödüle layık görülmesi onun hayatının yazın ve mimarlığın kesişiminde bir yerde kurulu olduğunun en önemli göstergelerinden biridir. Mimarlığı ve mimarı diğer disiplinlerden ayrı düşünmediğini hatta hepsinin buna dahil olması gerektiğini düşündüğünü bir söyleşisinde şöyle ifade eder: "Mimar her şeyden önce bir kültür adamı, bir aydın olmak zorunda. Mimar geçmişi bilir, bir kültür aktarıcısıdır, çağını bilir.”3 Bu düşünceyle sürekli Anadolu’ya ve farklı ülkelere seyahat eder. Bir yapıyı yaparken bulunduğu yerde istediği bilgiye ulaşamamışsa ulaşabileceği yere gider tüm imkanlarını kullanarak. Her yerde eskizlerini yapar, fotoğraflarını çeker ve bir arşiv oluşturur. İstanbul ve saray dışında arşivin zayıf olmasını eleştirir Osmanlı’da. Tüm arşivinden yararlanabilmemiz ve coğrafyamızı daha iyi tanımamız için birçok kitaba imza atar. Türk Evi kitabı ve bu anlamdaki çalışmaları mutlaka incelenmesi gereken yapıtlarından biridir. Mimarlığı hayatının bir parçası yaptığı gibi ömrünü yaşadığı coğrafyanın yapı sanatını anlamaya adar bir nevi.
Yapıları Anadolu’nun sınırlarını aşıp farklı coğrafyalarda da kendine yer bulsa da onu en çok Anadolu’da yaptığı inşa faaliyetleriyle tanırız. İstanbul’da yapı yapmanın kolay olduğu ama çelik, betonarme gibi sistemlerin Anadolu’da bilinmediği dönemlerde ustalara her şeyi tek tek anlatarak coğrafyanın ihtiyaçları doğrultusunda tasarımlarını gerçekleştirir. Yaptığı birçok yapı döneminin ilkleri arasında yerini alır. Eleştiri oklarının üstüne yöneldiği Mersin Kompleksi bu bağlamda en "yenilikçi” denemelerinden biridir. Türkiye’den bir mimarın betonarme sistemle yaptığı ilk gökdelendir bu yapı. Bu yapıyla ilgili görüşlerini aktarırken gökdelen yapmanın değil onu işletmenin zor olduğunu söyler. Bilinmeyen bir konuyla ilgili çalışmak ve bu kadar göz önünde olacak bir yapı yapmak onun cesaretinin de bir göstergesidir. Tatil köylerinin yeni yeni yaygınlaşmaya başladığı dönemde tasarladığı Kulüp Ora da bunun önemli örneklerinden biridir. Her evin çatısının diğer evin bahçesi olduğu yapı kurgusunda coğrafyayı iyi okuyarak içeri girecek ışığın oranına kadar tüm hesaplamaları yapar. Ne yazık ki daha sonra bu hamlesi anlaşılamayarak ışığın girdiği boşluk kapatılarak yapılara zarar veriliyor. "…ben yapılarımın hepsini yetiştirdiğim çocuk gibi izlerim.”2 diyen biri için oldukça zor şeylerle karşı karşıya kalıyor ömrü boyunca.
Görsel 5: Kulüp Ora kesiti, Arkitera (https://www.arkitera.com/proje/klup-ora-tatil-koyu/)
Bektaş’ın tasarımları zaman içinde zorluklar yaşasa da birçok eseri yıllar sonra övgüyle hatırlanmıştır. Örneğin bir yapının inşaatı sırasında evin sahipleri pencereleri farklı istedikleri halde onlara kendi yaptığının alana daha uygun olduğunu söyleyen Bektaş evi kendi söylediği şekilde inşa ettirir. Ve ev sahipleri gerçekten de yıllar sonra fark ederler ki çoğu komşularından çok daha az kömür yakıyorlar ısınmak için. Bunun gibi birçok örnekle karşılaşabiliriz hayatında. Aynı ileri görüşlülüğünü Afrodisias Ek Müzesi’nde de görürüz. "Bütün binayı havaya kaldırdım. Altında hiçbir şey olmadığını bildiğim halde. İki yüz yıl sonra birileri merak eder de kazı yapmak isterler diye. Yapabilirler, ben onu önlememeliyim.” diyerek neden ayaklar üstünde bir ek bina tasarladığını açıklar. Dünü, bugünü ve yarını bir arada düşünmenin hayat bulduğu önemli yapılardan birini inşa eder. Yeri anlar, dinler ve onunla uyum içinde kalacak müdahalelerde bulur. Ağaç kesmeden, tarihi dokuya zarar vermeden…
Görsel 6-7: Afrodisias Ek Müzesi’nden fotoğraflar, Arkiv (http://www.arkiv.com.tr/proje/afrodisyas-ek-muzesi/1410)
Cengiz Bektaş’tan bahsederken Denizli’yi anmazsak yazımız eksik kalır. Denizli’de dünyaya gelen Bektaş, burada tasarladığı okul, çarşı, otel yapıları ile hafızalara kazınmıştır. Hafızalarda yer etmesinin sebeplerinden biri yaşadığı yerin gerektirdiği bilgilere sahip olarak binaları tasarlamasıdır. Bir yerden alınıp başka yere götürüldüğünde bir fark olmayan bazı günümüz yapıları aksine yapı çözümlemeleri hep yerine özeldir ve bir gözlem sürecinin ardından ortaya çıkmıştır. "O güne kadar üç katlı çarşı çalışmıyordu Denizli’de. Biz, şehirciler ve sosyologlardan oluşan bir grup olarak Denizli’de bankanın önüne bir basamak koyduk, bir tek basamak, yüzde on müşterisi azaldı. Bugün yapıyla müşterisinin ilişkisi üzerine hiç düşünmüyorlar. Anlatmışımdır birçok yerde: Bana Babadağlılar’ı köyde bir kadın sordu: "Sen ne iş yapıyorsun?” dedi. "Mimarım” dedim. "Sen Denizli’ye git de Babadağlılar Çarşısı’nı gör, mimarlık neymiş öğren” dedi. Yani benim mimarlığımın ölçüsü yetmiş yaşında köylü bir kadına bir şeyler söyleyebilmiş olmak. Asansöründe on kişinin öldüğü bir yapı mimarlık bağlamında beni hiç ilgilendirmez.”2diyerek hem mimariye bakışını hem de güzel bir hatırasını aktarır. Türk Dil Kurumu, Etimesgut Cami, Toprak Mahsulleri Ofisi Genel Müdürlüğü, Komutanlık Lojmanları, İngiliz İlkokulu, Sarkuysan gibi her yapısının ardında farklı hikayeler vardır.
"Çünkü mimarlık, tarihi bile okuyabileceğimiz tek dal. Yapıya bakınca insanı görüyoruz. Benim yapılarımda benim tarihimi okuyabilirsiniz. Sadece benim dönemimi değil, benim yaşamımı. Orada benim neyi aradığım o dönemki yapımdan belli. Sonra bir sonraki yapımda, kendimi eleştirerek önceki yapımda yanlış bulduğumu düzeltiyorum, o da belli. Mimarlık böyle bir şey… Yetişirken deneyimledikleriniz sizi bir yere getiriyor. Geldiğiniz doğru bir yer ise, işiniz de doğru oluyor.”4 diyen Bektaş’ı yapılarından okuyup anlayabildiğimiz günlere ulaşmayı diliyoruz. Hayatı boyunca birçok işe imza atan, sayamayacağımız kadar çok ödüle layık görülen Cengiz Bektaş’ın kitaplarından ve yapılarından öğrenecek çok şeyimiz var.
İrem Nur KAYA*
*Yıldız Teknik Üniversitesi Mimarlık Bölümünden mezun oldu. Mimarlık pratiğinde öğrendiği bilgileri farklı disiplinlerle birleştirerek çocuklar için tasarlanan bir kitabevi ve oyunla öğrenme merkezinde kurumsal iletişim sorumlusu olarak çalışıyor. Kent ve mimarlık konularını araştırmayı, yazı yazmayı seviyor. Tasarım odaklı yazıların yayımlandığı İskele Blog’da editörlüğü deneyimliyor.
Kaynakça
1 Cengiz Bektaş | Aykut Köksal ile Mimarlık Söyleşileri | 10. Bölüm, TRT 2, https://www.youtube.com/watch?v=1a560LoSOL4erişim tarihi 18.09.2021
2 Kaplan, T. (2020). Cengiz Bektaş İle Mimari Üretimleri Üzerine Söyleşi, Salt Araştırma (https://saltonline.org/tr/2252/cengiz-bektas-ile-mimari-uretimleri-uzerine-soylesi)
3 Sevgiyle Yapan, Şiirsel Bir Mimar; Cengiz Bektaş, Tasarım Yarışmaları http://www.tasarimyarismalari.com/sevgiyle-yapan-siirsel-bir-mimar-cengiz-bektas/
4 Yüksel, H.Z. (2020) Yapıya Bakınca İnsanı Görüyoruz, Türkiye Tasarım Vakfı https://turkiyetasarimvakfi.org/tr/blog/48-yapiya-bakinca-insani-goruyoruz